Aralık 30, 2011

ikibinoniki adına

Şu an son zamanlarındayız. Yaşadığımız bu seneye girmeden önce bir soru sormuştum sana Joel. Hatırlıyor musun?
“Yeni yıla dair umutların var mı?”
Kısa, az ve özdü benim umutlarım. Ona rağmen çoğu kelimelere dökülmekten öteye gidemedi. Şimdi ise büyüyorum ve büyüdükçe azalıyorsa umutlarım; bu sene daha azını istiyorum.
Soluk almak: Soluk alacağım anlar yaşat bana.
Dinlenmek: Ben koşarken bana fark ettirmeden dizlerinin üstüne kıvrıldığım birini ver yanıma.
Aile olmak: Uzakta da olsalar yokluklarını aramayayım.
Yemek yemek: Yediğim her şeyin tadı damağımda kalsın.
Hediye almak: Herkes filleri çok sevdiğimi bilsin.
Nefes almak: Elimden kalemi ve kitaplarımı eksik edemediğim günlerim olsun.
Masallara inanmak: Müziğim susmasın, ben kaybolmayayım.
Posta kutusu: Bir mektup gelsin bana. Kimden olduğu, ne anlattığı çok önemli değil aslında. Kredi kartı ekstresi, reklam broşürleri dışında gerçek bir hikaye olsun kutuda. Her hikayeyi severim ben nasıl olsa.

Ötesi mi? Ötesi için sadece "fil in dı bilenks (fill in the blanks)" diyorum. Kısa metrajlı da olsa huzur'u anlatan sahnelerin içine koy beni. Geri kalan her şey için söz Master Card kullanacağım ;) 



YILDIZLI DİPNOT: Merak edenler için Joel'e söylenen ikibinonbir umutları aşağıdaki linkte saklı.

Aralık 25, 2011

insan evladı geliyor, alkış !

Bazen hem de hiç olmaması gereken bazenler de acıyor canımın bir köşesi.  
Evet, söylenilen her kelime sen farkında olmasan da birilerinin içinde gerçekleşen devrimin sebebiyken yine söylenilen her kelime sen farkında olmasan da birilerinin içinde gerçekleşen bir yıkımın sebebiydi ve aynı gökyüzüne baktığımız süre boyunca kelimeler bitmezdi. Bitmedi…
Öyle anlar geliyor ki kendime bile uzak kalıyorum. Yazarken nefes alan biri için ne kadar zor kesik kesik nefeslerle koşmaya çalışmak. Uzaklaşmak kendinden… Yetmiyor. Okumak, dinlemek yetmiyor karşındakini anlamaya. Onu telkin etmeye, söylenilen her sözün onun düşündüğü gibi olmadığına inandırmak yetmiyor. Ağzın, elin, kalemin ne kadar edebiyat yaparsa yapsın öyle anlar geliyor ki bildiğin ve düşüncesizce söylediğin her kelimeye lanetler okuyorsun.
Evet, insanlardan daha yakın olan kelimelerime lanetler okuyorum öylesi anlarda. Beni düşüneni düşünemediğim anlardayken konuşmak o kadar güç ki… Konuşamıyorum.
En güzel anları mahvedebilme yetisine sahip olduğum günlerdeyim. Burnu havada bir fil gibi görmüyor gözüm önümü, yıkıp geçiyorum cüsseli gövdemle ayaklarımın dibine gelen her şeyi. Cümlelerim hep devrik. Devriliyor bana dayanan tüm bedenler. Devirdiğim tüm kelimeler adına özür diliyorum o bedenlerden, özellikle de bu geceden…
Her şeyi adımı bile unutup uyumam gerek bir süre ve bazı sözler uykuda bile söylenmemeli belki de…
Hayat yoruyor ve bazen hem de hiç olmaması gereken bazenler de acıtıyorum CANIMIN BİR KÖŞESİNİ.
En çokta gözlerim acıyor.
                                           
YILDIZLI DİPNOT: Bu gece gerçekten burnu havada olan bir filim oldu. Hem de kocaman. Üzerinde sarı simleri olanından. Öyle de bir anım var işte.                              

Kasım 10, 2011

oysa ben hep korktum. kimseler bilmedi.


Bazen görmek istemiyorsun gerçekleri. Senin görmediğini de görmüyor kimseler. Ahh bilmiyorlar görülmeyen güçleri…

            Yapılmamış olan her neyse hayatında hepsini yakın kılarmış korkuların sana. O cümleyi okuduğum an anladım. On beş yaşlarımdaydım. Okuduğum onlarca satırın içinde o cümlede öylece dura kaldım. Sonrası mı? Kocaman bir boşluk… 

            “ Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salâti innallâhe meas sâbirîn. ” (Bakara2, 153) Kelimelerden korkabileceğimi öğrendiğim geceydi. “  Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” diyordu Kutsal Kitap. Anlamını öğrendiğimde ağlamaya başladım. Yıllar sonra aynı cümleden korkan birini gördüğümde de oturup saatlerce ağlayacağımı bilmeden üstelik. Sonraki günler hep sabretmeye zorladım kendimi. Ahh anlamıyordu kimseler sabırsız birinin korkusu ne zor olur…

            Bazen hatırlamak istemiyorsun gerçekleri. Senin hatırlamadığını da hatırlamıyor kimseler. Ara sıra açıp bir cümle seçiyorum o cümleden korktuğumdan beri kendime. Bana ait olsun ilk cümleyi unutayım diye. Olmuyor. Her cümle ona yöneliyor sanki. Koşmaya başlıyorum sonra. Korkularımla birlikte çok gerimde kalsın istiyorum. Ahh hissedemiyordu kimseler ne kadar yorgundu kalbim…

            Hiç olmadık bir gün hiç olmadık arkadaşlarıma itiraf ederken buldum kendimi. Alakası olmayan bir konu içindeyken üstelik… Yıllarca kendime söyleyemediğim kelimeleri ilk onlara söyledim. Korkularımı, sırf bu yüzden sabrediyormuş gibi yaptığım çelişkili anlarımı ve hepsini yaramazlığımın arkasına saklayışımı… Ahh kabullenmedi hiçbiri deli cesareti olan birinin korkularını… 

            Sonra bir gün her şey şekil değiştirdi. Yine koşmaya başladığım günlerdendi. Aynı cümleyi, aynı korkuyu gördüm, okudum birinin kalbinde. Neredeyse aynı kelimelerle anlatışı kendini… Ağlattı beni. Yıllar önceki gibi saatlerce, bir kafenin ortasında hiç yadırgamadan kendi halimi…  Ahh dedim içimden hissediyor birileri, birilerinin de kalbi acıyor bak senin gibi…

            Beni kafede ağlarken gören garson yanıma geldi ve:

-          Üzülmeyin hanımefendi. Eğer sevgiliniz terk etti diye ağlıyorsanız hele hiç üzülmeyin. Sizin gibi güzel ve naif bir bayan daha iyilerine layıktır her zaman. Bir kahve daha alır mıydınız? Müessesemizden olsun. Buyurun size mendil de vereyim.

           Salya sümük ağlarken garsonun o tavrı üzerine kahkaha atarak çıktım kafeden. Bundan böyle korkularımın üzerinde yürümeyi öğrenmem gerekiyordu. Belki de en sırıtık halimle…

 ***

Yazının en dip notu: Bu yazı; kilometrelerce uzakta olduğu halde bunca hissin kelimelere dökülmesine sebep olan sevgili E. Harmancı ’ya ithaf edilmiştir.
Yıldızlı dip not: Söylenilen her kelime sen farkında olmasan da birilerinin içinde gerçekleşen devrimin sebebiydi ve aynı gökyüzüne baktığımız süre boyunca kelimeler bitmezdi.

Kasım 06, 2011

ara

yazmıyorum uzun süredir.
yazıyorum da aslında
göstermiyorum kimselere..


okuyorum bolca,
bugünler dinlenebileceğim sayılı günler.
dönerim tekrar yazıyla
belki başka günlere.
o günler de gelecek...



Eylül 10, 2011

bu bir esra yazısıdır


·         hiç ummadığın bir günde, canının tak ettiği anlarda elinde hediye paketiyle doğum gününü günler öncesinden kutlayıp seni şaşırtandır esra.


·         BENAN BİLİR aforizmasını hayata geçiren ve yaşatanlardandır esra.

·         en yakınındakilerin sana en uzak olduğunu gördüğün kimi durumlarda gündüz seninle uyanabilecek olandır, hastane kokusunu birlikte çekmeyi candan isteyecek olandır esra.

·         tam da Sezen dinlemek istediğin sırada “kalbim egede kaldı” diye şakıyandır ve Sertap’tan daha güzel söyler  “bahçede” yi. bir yaz gecesi değildir birlikte söylediğiniz o şarkı; ama aynı anda ateşböceklerini seyre dalarsınız. geceniz aydınlanır. kısacası lambanızdır esra.

·         vermek filini şekillendirebilendir. mesela:
esra gizli gizli yemeğimi aşırır. al ye derim yemez. bunun üzerine "canım gizli alınca güzel oluyor. siz verince zevk almıyorum" der. dolmuş parası verelim mi deriz. "verin. hepiniz verin.” der. görüldüğü gibi fiil artık bir esrazededir. ayrıca tüm bunlara kıs kıs gülüp  "canım seri verin."  diyebilen arkadaşlara sahip olandır esra.

·         her daim yemeğine ortak olmayı başarırken seni evinde mükemmel ağırlayandır esra.

·         köpüklü Türk kahvesi yapabilendir fal baktırmasa da.

·         Trabzon’u sana ölesiye sevdirebilen insanlardandır. hiç olmadık yerde tutan tra. damarıyla sana atar yapandır ve karşı tarafı ölümüne tırstırır.

·         aldığı bir yıllık anatomi eğitimi sonucu tıp öğrencileriyle kıyaslanabilendir.

·         tra. damarının içinde bulunan inat sıvısıyla hastalanıp yataklara düşebilen, bağışıklık sistemi gelinlik kız kadar narin, nazlı ve hassas olandır. bir de onu taa şurasında seven mikrobu vardır ve bu mikrop her daim onunla olacağına dair büyük sözler duyar esra’dan.

·         gözlerinin içine gülebilendir esra. lakin bakmayı istediği gözlerde… (belki de benim için en özeli olan bu madde)

            gözlerimin içine gülebildiğini ilk kez gördüğüm zamanlarda bana söylediğin birkaç cümle vardı aklındaysa hala:

"  …demek ki karşılıklı bu hisler. senin gibi arkadaşlığa önem veren değerli bir insan olarak yalnız değilsin demek ki. hani bugün uçurtma avcısı için “ fedakarlık yapabiliyor muyum diye sorguladım kendimi” dedin. ben olsam aynısını yapardım diyebiliyorsan yaptığımız şey elle tutulur bir şey değil belki ama şu kadar zamanda söyleyebilirim ki sen hak ediyorsun gerçekten arkadaşlık için yapılması gereken tüm fedakarlıkları=) "

            ve mikrobun olarak yeri gelip sana zarar vereceğimi biliyorum. sırası gelecek seni üzeceğim. hatta bunları zaman zaman yapıyor olabilirim. ama beni sevmeyi asla bırakma olur mu? çünkü sen beni seversen eğer sana faydalı bir mikrop olabilirim. böyle bir fedakarlığı hak ediyor muyum? bence tartışılır; ama ateşböceklerini seyretmek güzel olmaz, kalbim ege’de kalmaz, yemekler vazgeçilmez olmaz belki de sen olmadan…

            iyi ki varsın!..
ha ayrıca unutmadan; bir önceki doğum günü hediyesi hala tamamlanamayandır esra. ve buna kızmayandır değil mi? ^^ (şımarık gülüş)



DİPNOT: bu bir esra yazısıdır.  internete erişimin kısıtlı olduğu bir anda oluştan ötürü gecikmeli olarak yayınlanmaktadır. lütfen başka Esralar ya da şahıslar üstüne alınmasın. o kendini biliyor. 

Eylül 07, 2011

eksik

           zaman zaman yazdığım eksik kalan cümlelerim olur benim.
bir kısmını aldım derledim.birbirinden çok uzak; ama bir o kadar yakın oldular. ve hala eksik bir şeyler var...


 bi’ yanım diyordum hep yarım. hava sıcak olacakmış yarın. hiç sevmem 21 dereceden fazla sıcak havayı. abartı olmasın. güneş açsın. yağmur yağsın da bardaktan boşanmasın. Kendim aldırmam yağmura aslında. ama o bardaktan boşanırsa adılazımdeğil yengenin mutfağı akar. sonra adılazımdeğil yenge gibi bir çok yenge var. bizim adılazımdeğil yenge hep güler. aklı evvel kocasına, insan şeklindeki yılan kaynanasına, onca yokluğa rağmen o hep güler. baktı ki yaşamak hep eksik o evde, o zaman böyle dikiş tutacak bu dünyada, anladı. aslında aklı pek çalışır. azıcık kalem tutsa eli komediyi ağlatır. ama kader gülermiş tepeden akıl plan kurdukça, n’aparsın. o yüzden yağmur boşanmasın bardaktan o gözünden akanları kurutana kadar. sonra bir de kar var. kar neden yağar kar? buza kesmesin de ortalık varsın yağsın. hele gri olmasın gökyüzü asla. oldum olası uzak dururum griden. ya siyah olmalı ya beyaz. bakıyorum da uçlarda yaşayıp durmaktan denge de yok. homeostasisim de bozuktur benim zaten. doktor söyledi. yelkovanı olmayan saat gibi vakitsizdir tik taklarım … vakitsiz öten horozun başını kesmişler geçenlerde. bi’ yanım diyordum hep yarım, kesilmiş sanki kolum kanadım… benim hiç kanatlarım olmadı ki, onlar kuşlarda vardı. hiç sevmem kuşları. Cik cik cik… bir tek Martı oyununda Nina olduğum zamanlardı kuşlarla aramın iyi olduğu anlar.  sonra günlerden bir gün bir martı vurdular sokakta. tıpkı Nina’nın söylediği gibi… yapacak işleri olmayan iki adam oturup kıydılar ona. fobim var zaten. uçanı kaçanı ellisi ayaklısı kanatlısı… pek hazzetmem. ahh şimdi bir bamya çorbası olsaydı. Limonu yerinde, bamyası taze, salçanın vermiş olduğu zenginlik ile rengi kırmızı turuncu arası, soğanı pembe… ben yeşil soğan doğrarken bile ağlarım. Zaten ben bi’ anneme bi’ de soğana kolay ağlarım. bi’ yanım diyordum hep yarım. ve bir bütün olamadı tüm bu yarımlarım…

Ağustos 30, 2011

bayrama gitti döncek!



bayramlık alınır daha etiketi üzerinden alınmadan giyilir.
kulaktan asla çıkmayan altın top küpeler yenilenir.
kafayı her defasında çarpıp acıtmaktan usanılmayan kalorifer peteğinin önüne geçilir ve
en mutlu poz özenle verilir :)
çocukluğum hep böyle geçti.şimdiyse...
...
hadi gülümse =) bugün zafer şeker tadında geçecek. bu çifte bayramda güzel zamanlar geçirilecek.. tabi gülmeyi başarabilene...
Malum çocukluğun en basit şeyi olan gülmek artık o kadar zor ki...
Mutlu Bayramlar...

Ağustos 16, 2011

joel'e


   inanılmayan yakınlıklar içinde kilometrelerce uzaklıklarım var benim Joel. gözlerimin görebileceği yerlerde geziniyorlar üstelik.
          
          görmek korkutur bazen göz bebeğini. tıpkı uzaklıkların karanlığından korkmak gibi. karşıdakinin sana yetemeyeceğini düşünmek, kelimelerinden cümle kuramayacağının farkına varmak gibi... karanlıklar aydınlığa çıkmayalı epey zaman oldu bu kör kuyularda. inandıklarının boş olduğunu görmek nasıl anlatılır Joel? gözlerime alamadığım gözlerin acısı nasıl geçer? bilmeye başladığın her neyse, artık ona inanamayacağını nasıl söylersin? inanmaktan korkan bir kalp hayallerini huzursuz eder. 


 huzursuzum Joel....


     o zaman Haydar Ergülen'in satırlarıyla kapansın gözlerim.
"...gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
    ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
    öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
    sis değil, uykusuzluk değil,iki uzak 
    şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim: ..."

Ağustos 09, 2011

Lepra

Topu uzak arsaya kaçmış
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Ağzımdaki şekere benzer
Dualar ederim

Tatlı, yapışkan
Çabuk biten
Diş çürüten

Hafriyat çamurundan telsiz yapan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Kirlenen ellerimle bile
Seni özleyebilirim

Küçük, uzak
Özensiz

Bulduğu her parayla bakkala koşan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Aldığım en büyük hazzı
Seninle paylaşabilirim

İç içe ve yüksek
Hızlı ve gergin
Kolay gelen, eşsiz

Çayını açık içen
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Büyüklere görünmeden
Bi sigara yakabilirim

Seninle ya da sensiz
Öksürüklerle
Düzensiz

Okumaya erken başlayan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Bu zeki gözlerimle
Seni öpebilirim

Titrek ve ışıltılı
Dalgın ve unutkan
Bedelsiz

Basamakları atlayarak çıkan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Dengemi kaybedersem
Sana düşebilirim

Sağlıksız ve korkulu
Çekingen, kırık dolu
Sahipsiz


Kelimeleri yutarak konuşan
Bir çocuk olarak karşındayım, benim
Ağzımı tamamlayabilirsen
Çok teşekkür ederim

Müşir Fuat

Temmuz 23, 2011

bir Amy Winehouse vakası


kız koridorda hoparlör üzerinden sevgilisiyle konuşur.

k: yaa inanmıyorum bu nasıl oldu? şoktayım şu an.
e: neye inanamadığını bi bilsem aşkım.
k: dünya sallandı. sen bilmiyo musun yaaa?
e: nee? deprem mi olmuş, iyi misin sen?
k: yaa Utkan iyi olmasam şu an konuşur muyduk. hem keşke deprem burda olsaydı.. gökyüzünde olmuş deprem. bi yıldız kaydı..
e: inan anlamıyorum.
k: ölmüş yaa ölmüş Amy ölmüş.
e: ha duydum onu. öyle desene kızım. dünya turunu kaldıramamış senin yıldız. göklerde olmaya alışkın ya. yer çarpmıştır onu ahahaha :D hem herkes ölecek bir gün.nesine inanamadın?
k: ya sana inanamıyorum yaa.. 5yıllık ilişkimiz boyunca da inanamadım. duygusal boşluktayım şu an. Amy'i kaybetmişim dediğine bak. beni bi kez olsun anlamayacaksın değil mi. tamam arama beni bi daha.kalpsiz...
e:...(ses yok)
k: cevap versene.
e: ya inanamıyorum bu nasıl oldu? şoktayım şu an.
k: sen benimle dalga mı geçiyosun ha?
e: lan asıl sen benimle dalga mı geçiyon. ölmüş gitmiş kadın. ölü haliyle 5 yıllık ilişkimin içine etmeyi becerdi a.q helal olsun.kendine gelince de arama beni.kafadan kontak yaaa..
dıt dıt dıt dıt...

Kız Amy'nin şokunu atlatamazken, üstüne sevgilisinin tepkisine hayret ederken, bütün bunlar yetmezmiş gibi bana yakalanmış olmanın verdiği utanç içerisinde ağlayarak kapıyı çarpar ve:
"Amy AHH Amyy ne olacak şimdi?.. " diyerek hıçkırıklara boğulur. bense kahkahalara.. 
Kimbilebilirdi bir ölümün bir çiftin ilişkisi üzerine böyle bir sansasyon yaratacağını. =))
Ayrıca AMY WİNEHOUSE'e gelince evet öldüğünü öğreneli bir kaç saat oldu. Bazı şarkılarını severek dinlerim. Üzücü olansa ölümün trajik olmasıydı. Çünkü güzel olan bir şeyleri mahvedebilme yetisine sahip insan evladı. Bu ölüm de onun örneklerinden biri olsa gerek. Her neyse... Gitmek istediği yere gitti belki de. Şarkısında da söylediği gibi    " And I go back to black ..."

Temmuz 22, 2011

aslında yollar hiç bitmez


Hep sarılmak istedim oysa. Olmadı. Ben en çok inanmaktan korktum. Bir kalbi içime almaktan... Çünkü insan! İnanması en zor olanı… Hal bu ki sevgiye en çok yakışan canlı...


Ben hayatta en çok yol üstü durakları beklerim. Güzergâhımı değiştirebilen durakları… Yol çoğalır o zaman; ama ikiye çatallanmadan... Üç, dört, beş… Bana hiç fark etmez. Yeter ki iki olmasın çatallan yol sayısı. 

Hiç sevmem çünkü ikiyi, yarımı. Yarım kalmasın bir şeyler. En çok onadır kırgınlığım, kızgınlığım… Yarım bırakılana… Yemeği, sevgisi, sözü, şarkısı, kitabı.. Ne olursa olsun yarım bırakmamalı insan. Yarıya bölmemeli yaşamı, yolu. Dallanıp, budaklanmasına izin vermeli…

Yol diyordum. Alabildiğine, uçsuz bucaksız bir huzur… Yolda olmak benim harcım. Hep yoldadır aklım, hep gideceğim yerde kalır kalbim, hep uçlardaydı gözlerim…

Ve ben hep sarılmak istedim oysa -inanmayı göze alarak- bırakayım kendimi ona, yolumu değiştirsin istedim…

Yani inanması en zor olanı seçtim…

Temmuz 15, 2011

nefestir yazmak!

 yazmak...
soluk almak gibi..
o kadar yorgun ki ruh şimdi..
yazarken nefes alan biri..
nefessiz kalıyor.
denizin dibine çekilmek gibi..
deniz izlerken güzel,
yüzerken güzel,
koklarken güzel de..
denizin dibi...
soluk alamamak gibi..
sahi soluk alabilmek için 
ne yapmak gerek ki?

Şubat 27, 2011

melodik kış...

kar yağar… bir melodi anımsarsın ilk.

“karlar düşer
  dü
şer düşer ağlarım
  hep ismini
 
hep ismini anarım…”

90lı yıllarda doğmanın verdiği bir melodidir bu. flütünle ilk bu şarkıyı dener, gitar çalabildiğini bu şarkıyla gösterirsin.
kar yağar… eldivenlerinin nerede olduğundadır aklın. bir an evvel kar topu oynama hevesine bürünürsün. cinlik yapıp arasına taş koyanlar olur, sana da değer, belki de acır canın. anlarsın. güzellik sandığının içi dokunur en çok.
kar yağar…  kardan adamı en sevdiğin zannedip en büyüğünü yapmaya çalışırsın. büyük yapınca erimeyecektir aklınca. uykuya dalarken huzur vardır içinde. uyanınca gözlerin inanmaz en yakınların eridiğine…
kar yağar… sıcacık çorbalar içersin anne elinden mis gibi… hasta olmayasın diyedir zoraki pekmez içişlerin, karın ardından ayaz gelir illa ki.
kar yağar… sahi kar neden yağar kar?
biter bir kış mevsimi daha ve uykuya dalarken huzur yoktur içinde… şehrin ne kadar az beyaza büründüğünü görür gözlerin. taş değmese de acımıştır canın bir çok kere. tek değişmeyen içtiğin sıcacık çorbanın lezzetli oluşudur kim bilir…
ismini andığın sevgiler birer kestane misali soba üzerinde çıtır çıtırken sen kaloriferli bir oda da biten şubata el sallarsın.

hoş kal kış...


Ocak 12, 2011

bazen geçmiş de değişir



Ansızın bir uyanış..Ve bir öfke, manasız bir şekilde ortalığı salıveren bir çığlık…Sonrası acı içinde uyanıklık… 


 “İnsan geçmişteki birini sevmeye başlayamaz yoksa başlayabilir mi?”

 Okuduğu bu satırın altını derin biriz bırakacak şekilde çizmişti ama gün gelip de aynı duyguyu yaşayabileceğini nereden bilebilirdi? Zaman kıza aldırmadan ilerliyordu ve hangi zaman diliminde olduğunu çoktan unutmuş olan beyni kısa, kesik her anıyı gözlerinin önüne sermekteydi. Bunca küçük anıları hatırlayabildiğine şaşırıp kalsa da merakına engel olamadı. Ve o küçücük anıların canlandırdığı bu kocaman sevgi… Bir anda, gecenin bu saatinde çıkıp gelen, belki de uykusuna en tatlı yerinde son verebilen bir sevgi. İlginçti. Aklını ve duygularını toparlamayı denedi. Olmadı. Ters giden, ona keçi gibi inat eden, daha da kötüsü derinlerde bir yerde acı duymasına neden olan bilinmez bir zaaf vardı ortalıkta. 
  Hiç tanımadığı, elini omzunda bir kez olsun görmediği, beraber yürümediği, ya da ne bileyim işte kızıp da küplere bile binmediği bir sevgiden ötürü neden pişmanlık duyardı insan? Hem de böyle aniden, durduk yerde…
Geleceğin değişebileceğini biliyordu da geçmişin de değişmesi sıra dışı gibi gözüküyordu.
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ .http://www.12punto.com/bazen-gecmis-de-degisir.html.